Tasarrufun İptali Davası; Dava Şartı Arabuluculuğa Tabi Değildir.

Konya BAM 3.Hukuk Dairesi
Esas: 2019/528
Karar: 2019/554
…Davacı vekilinin mahkememize verdiği dava dilekçesinde özetle; Tasarrufun iptali davasının ön şartlarının oluştuğunu, müvekkili bankanın Afyon OSB Şbesi nezdinde, dava dışı kredi borçlusu Müflis D. D. Gıda Turz. İşl. Müz. Oto. Paz. Dağt. Tic. Ve San. A. Ş lehine davalılardan Ş. D. ve diğer dava dışı kişilerin müteselsil kefaleti ile imzaladıkları Genel Kredi ve Teminat sözleşmelerine istinaden kredi hesaplarının açıldığını ve krediler kullandırıldığını, asıl kredi borçlusunun Müflis D. D. Gıda Turz. İşl. Müz. Oto. Paz. Dağt. Tic. Ve San. A.Ş’nin kredi hesapları kat edilerek borçlu müteselsil kefil Ş. D. (ve diğer iş bu talepte anılmayan kefiller) aleyhine Afyonkarahisar İcra Müdürlüğü 2016/20514 E. Sayılı dosyasından haciz yolu ile ilamsız takip yaptığını, takip tarihi itibariyle borçlunun sorumluluğu (feriler hariç) …TL’ olduğunu, icra takip işlemleri kapsamında yapılan araştırmalar neticesi davalı borçlu Ş. D.’ın borcun doğumu sonrası mülkiyetinde bulanan taşınmazları alacakların zararına olacak şekilde kısa süre içerisinde mülkiyetinden muvazaalı olarak çıkarttığının tespit edildiğini, borçlunun diğer davalı T. İ.’na mülkiyetinde bulanan “Afyonkarahisar ili merkez ilçesi Erkmen Mah. Köyü 2923 ada 7 parselde kain ana taşınmazda bulunan 7 nolu bağımsız bölümde kayıtlı taşınmazı …. yevmiye Nosu ile 300.000,00 TL bedel üzerinden devrettiğinin tespit edildiğini, devralan borçlunun alacaklılardan mal kaçırma amacını bilecek/ bilebilecek durumda olduğunu, her şeyden evvel belirtilmesi gereken hususun , davalı borçlu Ş. D.’ın ortağı ve yetkilisi olduğu D. D. Şirketler
Grubuna dahil şirketlerin Afyonkarahisar’da otomotiv , toptan gıda , sigorta, inşaat vs faaliyetleri nedeniyle tanındığını, borçlunun tanınmışlığının, onların ekonomik durumun son dönemde kötüye gittiğinin bilinmesine sebep olduğunu, borçlu ile yakın ilişki içerisinde olan davalı alıcının borçlunu ekonomik durumunun kötüye gittiğini bilmemesinin mümkün olmadığını, aksi durumun hayatın olağan akışına da aykırılık gösterdiğini, bu nedenle borçlunun ekonomik durumunu bilebilecek durumda olan davalı 3. Kişi onların mal kaçırmak kastı ile hareket ettiklerini de bilebilecek durumda olduğunu, davalıların birbirini yakinen tanıdığını, borçlu ile devralan ve ailesi arasındaki bu güçlü bağlantı dikkate alındığında satıcı borçlunun mali durumunun bozuk olduğunu ve mal kaçırma kastı ile hareket ettiğini de bildiğini gösterdiğini, dolayısıyla hukuka aykırı şekilde muvazaalı olarak kötü niyetle yapılan bu devir işlemlerinin iptalinin gerektiğini, devralan davalının bu denli yüksek değerli taşınmazı satın almasının hayatın olağan akışına uygun olmadığını , taşınmazın gerçek değerinin pek altında değerle devre konu edilmesinin muvazaanın göstergesi olduğunu, satışa konu taşınmazın piyasa değeri ile orantısız bedelle devre konu edildiğini, taşınmazın tapuda gösterilen devir bedelinin 300.000,00 olup yapılan harici araştırma neticesi taşınmazın gerçek değerinin 650-700 TL civarında olduğunun tespit edildiğini, mahkemece yapılacak olan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda taşınmazın piyasa değeri ile orantısız bedellerle devredildiği ve dolayısıyla haklılıklarının açıkça ortaya çıkacağını, ihtiyatı haciz taleplerinde ise dava konusu taşınmazın borçlu tarafından kanunu hilafına kötü niyetle devre konu edildiğini, dava safahatında bu taşınmazların yeniden devre konu edilmesinin müvekkil bankanın hali hazırda oluşan zararını artıracağını, bu sebeple dava konusu gayri menkulün bir kez daha el değiştirmemesi ve dolayısıyla müvekkili bankanın zarar görmemesi için İİK. M. 281/2 uyarınca İhtiyati Haciz kararı verilmesini talep ettiklerini, yerleşik Yargıtay kararları da nazara alınarak, tasarrufun iptali davalarının kabul edilmesi halinde bahse konu icra dosyasındaki alacak tutularının ve fer ’ileri kadar müvekkili bankaya cebir icra yetkisi verileceğinden ihtiyati haciz kararının da iş bu dosyadaki alacak tutarları olan (faiz ve masraflar hariç Nakit 2.945.284,98 TL gayri nakit alacak 2.580,00 -TL olduğunu) üzerinden verilmesini gerektiğini, açıklanan ve re ’sen dikkate alınması gereken nedenlerden ve fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla, öncelikle duruşma günü beklenmeksizin ve karış tarafa tebligat yapılmadan, İİK. 281/2 maddesi hükmü gereğince dava konusu
Afyonkarahisar ili merkez ilçesi Erkmen Mah. Köyü 2923 ada 7 parselde kain ana taşınmazda bulunan 7 nolu bağımsız bölümde kayıtlı taşınmazın kaydına teminatsız olarak ihtiyati haciz konulmasını, bu konuda ilgili tapu sicil müdürlüğüne müzekkere yazılmasını, devamla haklı davalarının kabulü ile dava konusu devre yönelik tasarrufun Afyonkarahisar İcra Müdürlüğü 2016/20514 E. Sayılı icra takibi yönünden İİK. 277 ve devamı maddeleri ile TBK. mad. 19 gereğince iptalini, dava konusu taşınmazların üzerinden müvekkili bankaya cebir icra yapabilmesi yetkisinin verilmesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin müteselsilen davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı T. İ. 12/04/2019 tarihli cevap dilekçesinde
özet olarak; davacı tarafın dava dilekçesini 04/04/2019 tarihinde tebellüğ
ettiklerini, davacının dava dilekçesinde bahsettiği hususların hukuki
dayanaktan yoksun olduğunu, davacı tarafından müvekkili aleyhine dava
açıldığını, dava dilekçesinin müvekkiline henüz tebliğ edilmediğini, davacının
aynı konuda müvekkiline yine aynı mahkemenin 2019/62 esas sayılı dosyası ile
de dava açtığını, derdestlik itirazından dolayı ikinci açılan davanın reddedilmesi
gerektiğini, davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesinin
gerektiğini, söz konusu tasarruf işleminin borcun doğumundan da önce
olduğunu, dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddinin gerektiğini, davacı
tarafın dilekçesinde diğer davalı Ş. D. aleyhine Afyonkarahisar İcra
Müdürlüğünün 2016/20514 esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını,
tasarrufun iptali davası için dava şartının kesin aciz vesikasının olması
gerektiğini, somut olayda ise böyle bir durumun söz konusu olmadığını,
muvazaalı bir işlem yapılmadığını, söz konusu tasarruf işleminin gerçek bedel
üzerinden yapıldığını, bu durumun banka kayıtları ve yapılan ödemeler ile sabit
olduğunu, müvekkilinin Ş. D.’ın durumunun bilmesinin mümkün olmadığını,
müvekkili ile diğer davalı borçlu ile aralarında hiçbir güçlü bir samimiyet ya da
bağlantının olmadığını, akrabalık söz konusu olmadığını, müvekkilinin dava
konusu taşınmazda uzun yıllardır eşi ve çocuğu ile ikamet ettiğini, dava konusu
taşınmaza ilişkin olarak Akbank Afyonkarahisar şubesinin keşide yeri
Afyonkarahisar olan çek bilgilerinin mevcut olduğunu beyan ederek davacının
davasının reddine karar verilerek yargılamaya ilişkin harç ve giderler ile vekalet
ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep ve beyan etmiştir. Davalı
Ş. D.’a tebliğ yapıldığı ancak cevap vermediği anlaşılmıştır.
İLK DERECE MAHKEME ÖZETİ :
Afyonkarahisar 3. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen 26/02/2019 tarih
2019/39 Esas 2019/228 Karar sayılı gerekçeli karar ile ;” 19/12/2018 tarihli ve
30630 sayılı resmi gazetede yayınlanarak 01/01/2019tarihinde yürürlüğe giren
7155 S.K un 20. mad. İle 6102 S. TTK na eklenen 5/A maddesinde “bu kanunun

  1. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan konusu bir
    miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava
    açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” düzenlenmesi
    getirilmiştir. 6102 s. Kanuna eklenen arabuluculuk müessesesine ilişkin süreç
    değerlendirildiğinde; ticari uyuşmazlıkların genellikle ticari tarafı olan tacirlerin
    müzakere yöntemlerini, iş hayatlarında kullanmaları sebebiyle arabuluculuk

sürecini kolaylıkla katılabilecekleri, ticari uyuşmazlıkların tarafı olan işçi-
işverene nazaran ekonomik ve sosyal açıdan daha eşit durumda olduğu,
arabuluculuğun temel ilkesi olan eşitlik her ne kadar sürece katılma ve süreçte
yer alma bakımından aranan bir eşitlik olsa da ticari uyuşmazlıklarda dava şartı
arabuluculuğun daha başarılı sonuçlar doğuracağı, ticari hayattaki süreklilik,
ticari uyuşmazlıkların daha hızlı bir şekilde çözümlenmesini gerektirmesi,
arabuluculuk sürecinin yargılama niteliği taşımaması, daha hızlı ve özgün
çözümlere ulaşılmasının sağlanması, tarafsızlık, eşitlik ve gizlilik ilkelerinin
sağlandığı iletişim kurma imkanı elde ettiği ve uyuşmazlığın kökenine inilerek
kalıcı çözümler bulmalarının sağlandığı, bu nedenle 01/01/2019 tarihinde
yürürlüğe giren düzenleme ile ticari uyuşmazlıkların büyük bölümünün dostane
bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk süreci içerisinde
çözümlenmesinin amaçlandığı görülmekle, yasa koyucunun amacı ile eldeki
davanın mutlak ticari dava olması, talebin bir miktar para veya para ile
ölçülebilen maddi bir dayanağa dayalı olması karşısında, 6102 Sayılı TTK nın
5/A Mad. gereğince ve TTK 4/a maddesi kapsamında öncelikle uyuşmazlığın
çözüme ulaşması, yönünde dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması
gerektiğinden dava şartı yokluğundan dosya üzerinde yapılan inceleme
sonunda davanın usulden reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde
hüküm kurulmuştur.” şeklinde davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine
karar verildiği anlaşılmıştır.
Davacı vekili 26/04/2019 tarihli istinaf başvuru
dilekçesinde özet olarak; 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunun dava şartı olarak
arabuluculuk başlıklı 5/A maddesinin 1. Fıkrası bu kanunun 4. Maddesinde ve
diğer kanunlarda belirtilen “ticari davalardan konusu bir miktar paranın
ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce
arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” hükmüne uyularak davanın
açıldığını, dava dilekçesinde de görüleceği üzere Afyonkarahisar Arabuluculuk
Bürosuna 15/02/2019 tarihinde 2019/1716 başvuru numarası ile başvuru
yapıldığını, kanunun aradığı dava şartının yerine getirildiğini, 6325 sayılı Hukuk
Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun Dava Şartı başlıklı 18/A
maddesinde “Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına
ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini
dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde
mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye
sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren
davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı
tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir.” hükmünü
içerdiğini, oysa mahkeme tarafından son tutanağı sunulmaması halinde
davanın usulden reddedileceği ihtarını içerir bir haftalık kesin süreye ilişkin
herhangi bir tebligat yapılmadığını, dava açılmadan önce arabulucuk başvurusu
yaptıklarını bildirdikleri halde sonuç ve akıbeti öğrenilmeden davanın reddine
karar verilmesinin usul ekonomisine aykırı olduğunu beyan ederek yerel
mahkeme kararının kaldırılmasına ve yeniden yargılama yapılarak dava
dilekçelerindeki talepleri doğrultusunda davalarının kabulüne karar
verilmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa
yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE:
Dava, İİK’nun 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali
istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince, davanın ticari dava olup
arabulucuya başvurulmadan dava açıldığı, TTK’nın 5/A maddesindeki dava
şartının bulunmadığı gerekçesiyle, dava şartı yokluğu neden ile reddine karar
verilmiş, bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna
başvurulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, davacı
vekili tarafından ileri sürülen istinaf nedenleri ve kamu düzeni yönüyle sınırlı
olarak yapılmıştır. 6/12/2018 tarihli, 7155 sayılı Kanun’un 20. Maddesiyle

TTK’ya eklenen 5/A maddesi uyarınca, “(1) Bu Kanunun 4 üncü maddesinde ve
diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın
ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce
arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.” 6325 sayılı Hukuk
Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesi uyarınca, “(1) İlgili
kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise
arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır. (2) Davacı, arabuluculuk
faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya
arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek
zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son
tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi
takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir.
İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe
çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya
başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem
yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar
verilir.” TTK’nın 5/A maddesine göre, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan
alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya
başvurulmuş olması dava şartıdır. Davanın konusu (müddeabih), dava
dilekçesindeki talep sonucu, yani neticeyi talep esas alınarak belirlenir. Neticeyi
talebin bir para alacağının tahsili veya tazminata ilişkin olduğu durumlarda,
arabulucuya başvuru yapılmış olması dava şartıdır. Ancak, Tasarrufun iptali
davalarının düzenlendiği İİK’nun 277 vd. Maddelerinde göreve ilişkin bir
düzenlemeye yer verilmemiştir. İİK’nun 281/1 maddesinde sadece “Mahkeme”
ibaresi kullanılmıştır. Bu nedenle tasarrufun iptali davalarında görevli
mahkeme, HUMK’nun yürürlükte olduğu dönemde genel hükümlere göre
(Mülga 1086 Sayılı HUMK’nun 8. mad.) belirlenmekteydi. 01.10.2011 tarihinde
yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK’da Sulh ve Asliye Hukuk Mahkemeleri
arasındaki ayrım kaldırılmış, görev ayrımı haline getirilmiştir. Anılan kanunun

  1. maddesinde, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın mal varlığı
    haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkemenin,
    aksine bir düzenleme bulunmadıkça Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu hüküm
    altına alınmıştır. Bu durum karşısında HMK’nun yürürlüğe girmesinden sonra
    açılan tasarrufun iptali davalarında İİK’nun 281/1 maddesinde görevli olduğu
    belirtilen “mahkemesinin” dava konusu tasarruf işleminin değerine
    bakılmaksızın Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu netlik kazanmıştır. Öte yandan;
    İİK’nun 277 vd. Maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarının, ticari
    dava nitelikleri bulunmadığından ticaret mahkemelerinde bakılamaz. Zira
    tasarrufun iptali davalarında amaç borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı
    ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da iyiniyet kurallarına
    aykırılık nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal
    üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır. İptal davası,
    alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan, nisbi nitelikte yasadan doğan bir
    dava olup tasarrufa konu malların 3. Kişi tarafından satın alınmış olmasının ya
    da uyuşmazlığın davalılar arasında çıkmasının görev hususunun belirlenmesine
    doğrudan bir etkisi yoktur. Kaldı ki davada incelenmesi gereken husus davalı
    borçlunun yaptığı tasarruflarının iptali gerekip gerekmediği, başka bir anlatımla
    İİK 277 vd. maddelerinde belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğidir.
    Açıklanan şekli ile görevin, İİK 281/1 maddesine göre genel mahkemelere ait
    olduğu, davanın ticari dava olmadığı da açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle
    mahkemece; davacı banka tarafından davalıların kendi aralarında yapmış
    oldukları tasarrufun İİK’nun 277 ve devamı maddeleri gereğince iptali istemi
    ile açılan tasarrufun iptali davasının ticari dava olarak değerlendirilmesi ile
    davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi hatalı
    olup davacının istinaf talebinin kabulüne karar verilmesi gerektiği anlaşılmıştır.
    H Ü K Ü M:
    Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
    1- Davacının istinaf başvurusunun KABULÜ ile, Afyonkarahisar 3. Asliye Hukuk
    Mahkemesinin 26/02/2019 tarihli, 2019/39 E, 2019/228 K. sayılı kararının
    KALDIRILMASINA,
    2- HMK’nın 353/1.a.4.maddesi gereğince tarafların davanın esası ile ilgili olarak
    sundukları delillerin toplanarak yeniden görülmek üzere dosyanın kararı veren
    mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
    3- İstinaf eden davacı tarafından yatırılan, başvuru harcı dışında kalan, istinaf
    karar harcının istek halinde davacıya iadesine,
    4- İstinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince
    nihai kararda değerlendirilmesine,
    5- İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından ücreti vekalet takdirine
    yer olmadığına,
    6- Karar tebliğ ve harç işlemlerinin ilk derece mahkemesi tarafından yerine
    getirilmesine, Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk
    Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-4 maddesi gereğince KESİN olmak üzere
    oy birliğiyle karar verildi…